Pazar, Mayıs 19SOSYOHENDİS | Algılar | Yönelimler | Değişimler
Shadow

‘Sosyolojik Düşünmek’ Kitabı Üzerine 2. Bölüm: Özgürlük ve Bağımlılık

Benim bugünkü özgürlüğüm dünkü özgürlüğüm tarafından sınırlanmıştır; ben geçmişteki eylemlerim tarafından “belirlenmiş”, yani şimdiki özgürlüğüm açısından kısıtlanmış olurum

Zygmunt Bauman – Sosyolojik Düşünmek

Özgürlük ile bağımlılık arasında doğumdan ölüme, tüm hayat boyunca bir kavga vardır. İnsan bağımlılıklarla karşılaştığında özgürlüğü ister, özgürlüğe doğru adım atar. Bunu yaparken eski bağımlılıktan kurtulurken yeni bir özgürlük formuna sahip olur. Aslında bu özgürlük formunun içinde yeni bir bağımlılık vardır. Bağımlılıktan özgürlüğe, özgürlükten bağımlılığa süre gelen bir döngü vardır. Bu durum toplumlar için de geçerlidir.

Mutlak Özgürlük Mümkün mü?

Özgürlük bireyin bir şeyi seçebileceğini ve bir şeye karar verebileceğini, seçimlerini ve kararlarını kendi iradesiyle gerçekleştirebileceğini gösterir. Doğal olarak sonucuna da katlanması da bir özgürlük olarak benimsenmesi beklenir. Bu bazen bağımlılığa doğru evrilebilir. Örneğin, bireyin sigara içmek istemesi özgür olması gereğidir. Özgürlüğün tadını çıkara çıkara sigara içen birey, ilerleyen zamanlarda hayatında diğer ünitelerin kısıtlandığını, özgürlüğünün elinin alındığını görebilir. Bu durumda yeni bir bağımlılıkla karşı karşıya kalır. Bu da bireyi yeni özgürlük arayışına sevk eder. Bağımlılığın bireye yansıyan kısıtlamaları olduğu gibi topluma, çevreye de kısıtlamalar getirmesi, özgürlüklerin ve bağımlılıkların toplumsal yansımasını bizlere gösterir.

Özgürlüğün devam etmesini beklemek doğru bir düşünce olmayabilir. Bunun yerine özgürlüğün sınırılarını bilmek hem birey hem de toplum olarak dengeli yaşamamızı sağlayabilir. Dolayısıyla, seçme özgürlüğüne sahip olmak tek başına özgür olmak için yeterli değildir. Bunun yanında başka kaynkalara da ihtiyaç duyulur. Örneğin, ekonomik özgürlük gibi. Eğer birey ya da toplum özgürlüklerin sınırlarından farkında olursa mertebe atlayabilir, engellerini aşabilir. Diğer bir ifadeyle; bağımlılıkların farkında olursa özgürlüğe adım atmada zorlanmaz. Bu durum şuna bağlı olabilir: İstediğim gibi davranma özgürlüğümün ne yaptığına ya da neye sahip olduğuma değil kim olduğumu fark edebilirim.

Kimlik Sahibi Olmak Bireyi Özgür Kılar mı?

Buradan hareketle, birey özgür olmak için bir kimlik sahibi olmak ister veya bunu kendine mecbur hisseder. Kimlik sahibi olmaktan kasıt bir cemiyetin üyesi olmak da olabilir, belli bir semtte bulunan apartmanda yaşamak da olabilir ya da bir ülkenin vatandaşı olmayı da örnek olarak verebiliriz. Bağımlılıklardan kurtulmak için bir kimliğe sahip olan birey, yeni özgürlüklere alan açar. Yeni özgürlüklere sahip olurken yeni bağımlılıkların da bireyi beklediğini unutmayalım.

İşte bireylerin ve toplumların seçme özgürlüğünü, karar verme yetisini sağlayana en temel faktör; içinde yer aldıkları gruplardır. İçinde bulunduğumuz grup bize bir takım özgürlükler sunarken diğer taraftan bize bir takım kısıtlamalar getirir. Buradaki özgürlükler ve bağımlılıklar direk veya dolaylı olarak yeni özgürlükler seçmemiz gerektiği fikrini akla getirebilir. Ya mevcut durumu kabul ederiz ya da değiştirmek düşüncesi daha baskı gelir. Değiştirmek istersek içinde bulunduğumuz grup baş düşmanımız olacaktır ve zafer kazanmak için çaba sarf etmemiz gerçeği ortaya çıkacaktır. Bu da bizi bağımlılık zincirinden kurtarıp özgürlüğü elde etmenizi sağlayacaktır.

Peki değiştirmek veya kabul etmek arasındaki ayrımı yaparken referans noktamız ne olmalı sorusunu cevap bulmak istersek aşağıdaki 4 sorunun cevabı yardımcı olacaktır:

  1. Amaçlar: Üyre olduğum grubun bana sunuduğu, peşine düştüğüm amaçlar karşılığında sahip olduğum bağımlılıklara değer mi?
  2. Araçlar: Amaçları elde ederken kullandığım araçlar, beden dili, konuşma, karakter gibi bana ait olan özel sermeyemden kaybettiriyor mu?
  3. İlgi kurma kıstası: Grubumun üyeleri ile ötekiler arasında ayrım yapabiliyor muyum?
  4. Dünya haritası: Ötekileri hayatı, benim dünya haritamda dolu mu boş mu temsil ediliyor?

Tüm bu sorulara olumlu ya da olumsuz cevap vermemizi sağlayan aslında içinde bulunduğumuz gruptur. Sırasıyla “değmez, kaybettiriyor, yapamıyorum, dolu temsil ediliyor” şeklinde verilen cevaplar değişimi istediğinizi gösterir. Bireyin kendini güvende hissetmesi, neye karar vermesi gerektiği bu bilgide yatıyor. Genel anlamda baktığımızda, bu bilgiyi gündelik hayat bilgisi olarak adlandırabiliriz. Kiminle evleneceğim, hangi işte çalışacağım veya akşam hangi yeme yiyeceğim gibi soruların cevabını verirken içinde bulunduğumuz grup yönlendirir. Buradan hareketle bu gündelik hayat bilgisinin nasıl üretildiğini öğrenmek için yapılan araştırmaların sonuçlarını göz atalım.

Benliğin İkili Yapısı: Ben ve Beni/Bana

Bunlardan ilki ve en yaygını Amerlikalı sosyal psikolog George Herbert Mead‘dir. Sosyal hayatın adli becerilerini edinme sürecini açıklarken ağırlıkla onun attığı kavramlar kullanılmaktadır. Buna göre benliğin ikili yapısını oluşturan Ben ve Beni/Bana kavramları grup standartlarınının içselleştirilmesinde rol oynar. Ben, içsel parça olduğu gibi Beni/Bana dışsal parçadır. Benliğin oluşmasının merkezinde Ben vardır. Bunu da şekillendiren Beni/Bana diye bahsettiğimiz kısımdır. Çocukluktan itibaren bireyin oluşan benliği, Beni/Bana kısmından gelen yönlendirilen özgürlükler ve bağımlılıklardır. Neyi yapması ve yapmaması gerektiği dışsal yönlendirmelerle ortaya konan birey, zamanla kuralların bilinçdışı kavranması sonucu benliğin Beni/Bana ile şekillenmesiyle karşılaşır. Bu durumda çevresindeki “öteki”ler arasında “önemli öteki” ayrımı yapmaya başlar. Böylece, karar vermede özgürlüğe kavuşarak yaşamını kolaylaştırır.

Aslında buradaki kolaycılık bireyin Ben ekseninden çıkıp Beni/Bana eksenine girmesine sebep olur. Bireyin çocuklukta ilk öğrenmek sorunda kaldığı direnme, itiraz etme, baskıya dayanma yeteneği, dışardan gelen yaptırımlarla kırılır. Grup standartlarının içselleştirmeye başlar. İlerleyen aşamalarda bu rol yapma statüsüne çıkarak yeni bir benliğe sahip olur veya bir benlik olur. Tam bu noktada ilk başta bahsettiğimiz içinde bulunduğu grubu kabullenme veya değiştirme süreci başlar. Tüm bunların hepsini içinde varolduğu grup sayesinde gerçekleştirir.

Freud’e Göre Bireyin Özgürlüğü

Sigmund Freud, bu konuya şu şekilde yaklaşmıştır. Benlik gelişim sürecinin tamamının ve insan gruplarının sosyal örgütlenmesinin, sosyal olarak tehlikeli içgüdülerin, özellikle saldırganlık ve cinsellik içgüdülerinin dışavurumlarım kontrol altına alma ihtiyacı ve bu ihtiyaca yönelik pratik çabalar ışığında yorumlanabileceğini ileri sürmüştür. Buradaki içgüdüler iyi ya da kötü olarak tanımlanabilir. Freud, burada bireyin içgüdülerinin dışavurumlarını kontrol altına almak amacıyla bir grup içerisinde olmak isteğine sahip olduğunu dile getirmiştir. Freud’e göre içgüdüler hiçbir zaman ortadan kalkmaz. Gün yüzünde değilse bir şekilde bilinçaltında baskılandığını söyler. Baskı kırıldığında tekrar ortaya çıkar. Yani bir bireyde geçmişte bulunan ve uzun bir süredir gözlemlenmeyen bir hal ya da davranış uygun ortam bulduğunda tekrar ortaya çıkar. Bilinçaltından çıkmaması için Süperego’ya ihtiyaç duyulur. İşte bu Süperego’yu da besleyen ve güç veren, bireyin içinde bulunduğu grup tarafından öğretilen bilgidir.

Bundan dolayı; ben, sosyal baskıları içselleştirme yoluyla bir grup içinde yaşamayı ve davranmaya uygun hale getirildiğim oranda, toplumun izin verdiği biçimde davranma ve böylelikle eylemim için “özgür” ve “sorumlu olma becerisi kazandığım oranda sosyalleşmiş, yani toplum İçinde yaşamaya muktedir bir varlığa dönüşmüş olurum.  Çocuğun doğruyu seçmesinin altında da bu yatar. Her ne kadar çocuk direk doğruyu seçemese de kendisini belirlediği “önemli öteki” doğruyu seçmesine, özgür iradeyle karar vermesine yardımcı olur. Bunu yaparken “önemli öteki” dışında bıraktığı diğer ötekilerin doğrularını ya yanlış olarak kabul eder ya da bir anlam vermez. Bir tarafa anlam verirken diğer tarafı anlamsızlaştırır. Dolaylı olarak bireyin özgür iradeyle verdiğim dediği karar aslında belli bağımlılıklara dayalı irade dışı vermiş oldıuğu karar gerçeğini ortaya çıkarır.

Çocukluk Dönemindeki ‘Önemli Öteki’

Bireyin ilerleyen yıllarda yaşadığı sosyalleşmelerdeki değişimlerde yaşadığı sorunların ve zorunlu kaldığı dönüşümlerin altında yatan sebeplerin çocukluk döneminde seçtiği “önemli öteki”nin payı olduğu göze çarpıyor. Psikologlar bireysel olarak, sosyologlar toplumsal açıdan bireyleri incelediklerinde, bireylerin çocukluk cağlarında yaşadıkları grup standartlarını içselleştirmedeki eksikliklerin olduğu ön plana çıkıyor. Örneğin, bir kişinin mülteci olarak göç etmesi sonucu, daha açık bir ifadeyle kısıtlanmış bir bireyin özgürleşmek için bilmediği, tanımadığı bir ülkeye mülteci olarak göç etmesi sonucu karşılaştığı sorunların temelinde, kabul etme ve değişim çizgisindeki ayrımların yattığını söyleyebiliriz. Bunun gibi makro değişimlerden mikro değişimlere kadar haytaın her anında yaşanan sosyalleşmelerde, gruplaşmalarda sorunlar yaşarız. Bir ayrım yapmak zorunda kalırız. Bu da şu gerçeği ortaya koyar: Özgürlük ile bağımlılığın diyalektiği doğumla başlar ve ölümle son bulur.

Sonuç olarak, hayat denge üzerinde devam eden bir süreçtir. Bu süreci yaşarken bağımlılık ve özgürlük dengesini sağlamak öneml bir ayrıntı olarak önümüze çıkar. Bunun yanında şunu da unutmamak gerekir: Ayrıcalıklı bir yaşama sahip olmak özgürlüğü artırdığı gibi bağımlılığı azaltır. Bununla birlikte ayrıcalıksız hayatlarda bunun tam tersi olduğu seöylenebilir. Her ne kadar böyle de olsa dengenin olmaması ilerleyen süreçte özgürlüğün bağımlılığa, bağımlılığın özgürlüğe tekabül etmesi an meselesi olduğu unutulmamalıdır.

Beğendin mi? Buna benzer içerikler üretebilmem için beni Patreon üzerinden destekleyebilirsin.
Become a patron at Patreon!

Bir Cevap Yazın

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.

Sosyohendis sitesinden daha fazla şey keşfedin

Okumaya devam etmek ve tüm arşive erişim kazanmak için hemen abone olun.

Okumaya devam et